Karacaoğlan

Hakkında

“Kozan Dağından neslimiz
Arı Türkmen’dir aslımız
Varsak’tır durak yerimiz”

1606 yılında “Güzel”i duruluğun doruklarında anlatan, el ele tutuşmuş yöre halkının mısralarında gezindiği bir Karacaoğlan doğacaktı. 17. yüzyıl ve sonrasına damgasını vuran saz şairi Karacaoğlan, şiirlerinden anlaşıldığı üzere Adana, Çukurovalıdır. Karacaoğlan’ın Varsak yurdu olan Feke ilçesinin Gökçe köyünden olduğu belirtilmektedir. Karacaoğlan’ın aşireti ise, Salur Boyunun Varsak Aşiretidir. Karacaoğlan’ın aşiretinden bahsetmişken, onun aşiretinin çıktığı yaylaları sayarsak eğer, bunlar; Orta Torosların Aladağ ve Binboğa dağlarıdır. Karacaoğlan’ın şiirlerine bakıldığında adının Hasan ve Halil olarak geçtiğini görmekteyiz ancak bazı kaynaklarda Karacaoğlan’ın adı Simayil olarak geçmektedir. Karacaoğlan’ın babasının ismi ise Kara İlyas’dır.

Karacaoğlan, 17. yüzyılda âşık geleneğinde yetişen en ihtişamlı halk ozanıdır. Anadolu’da birçok köy, kasaba, şehir, yayla gezmiş olan Karacaoğlan, Balkanlara da ulaşmış, dur durak bilmeden dolaşmıştır. Karacaoğlan’ın gezdiği yerler çok çeşitlidir. Karacaoğlan, Azerbaycan’da ve Kırım’da efsaneleşmiş, başta Adana ve Maraş illeri olmak üzere; Kırşehir, Ermenek, Bursa, Kilis, Sivas, Erzurum, Niğde, Bor, Konya, Ankara, Aydın, Erzincan, Tarsus, İçel, Tokat, Karaman, Diyarbakır, Mısır gibi yerleri dolaşmıştır.

Hoca Hamdi Efendinin anılarına göre yetim büyümüş olan Karacaoğlan, yoksul bir kızla evlendirilir ve karısını hiç sevemez. Karısı, huysuz ve çirkindir. Karacaoğlan, 24 yaşında gurbete çıkacaktır. O, gurbete düşüşünü şiirinde şöyle anlatacaktır:

Aman Karac’oğlan aman, bunaldım
Aşkın çöllerinde şaşırdım kaldım
Bir püsküllü derdi başıma aldım
Bu azgın dert beni gurbete saldı.

Karacaoğlan’ın yaşamına dair şiirlerinden elde edilen çıkarımlara devam edersek eğer; evlat acısından, yavrularının anasız kaldığından; onları bir türlü avutamadığından bahseder. Bir kızı sevdiğinden bahsederek, Kozanoğlu beyleri ile bu sebeple arasının açıldığına dikkat çeker.

1679 yılı Karacaoğlan’ın yöre halkına, mısralara, beyaz olan her şeye veda ettiği ölüm tarihi olarak belirlenecekti. Fakat şiirlerinin incelenmesinden sonra Karacaoğlan’ın öldüğü tarihin 1679 olmadığı görülecektir. Araştırmalara göre, Karacaoğlan’ın öldüğü tarihin 1699 olduğu sanılmaktadır. Karacaoğlan’ın ölüm yeri hakkında da çeşitli bilgiler mevcuttur. Hoca Hamdi Efendi’nin anılarına bakıldığında, Karacaoğlan’ın Maraş’taki Cezel Yaylası’nda doksan altı yaşında ölmüştür. Araştırma sonuçları ise, Karacaoğlan’ın Adana topraklarında öldüğünü ortaya çıkarmaktadır. Karacaoğlan’ın mezarının yeri konusunda ise farklı sonuçlar mevcuttur. Bunlardan birine göre; Karacaoğlan’ın mezarı Adana’nın Düziçi ilçesinin Hodu yaylasındadır. Hodu yaylası ise Varsak köyüne bir saat uzaktadır. Başka bir bulguya göre ise; mezarının İçel’in Mut ilçesinin Çukur köyündeki Karacaoğlan Tepesi denilen yerde olduğu düşünülmektedir. Karacaoğlan’ın İçel’de olduğu düşünülen mezarı, 1997 yılında anıt mezar haline getirilmiş, Kültür Bakanı İstemihan Talay tarafından ziyarete açılmıştır.

Başarıları

Âşık geleneğinde yetişen, 17. yüzyıla damgasını vuran en büyük lirik saz şairi Karacaoğlan, şiirleriyle sadeliğin de özüne ulaşmış, yazdıkça arılıkta kavrulmuş; tüm bunları yöresel bir müzikal temelinde renklendirmiştir. Öz Türkçenin berrak sularıyla yıkanmış Karacaoğlan, tarihte heykeli dikilen, bilinen ilk ozandır. İçel’in Mut İlçesine 8 Haziran 1973 günü dikilen bu heykel, Heykeltıraş Prof. Hüseyin Gezer tarafından yapılmıştır.

Karacaoğlan, gerçek bir “Halk” şairidir. O, yaşadığı toplumun geleneklerini, tabiat sevgisini, gezdiği yerleri, doğayı, aşkı çağının konuşma diliyle aktararak; şiirlerinde Güney Anadolu ya da Toroslar Türkmenlerinin dilini kullanmıştır. Karacaoğlan söyleyiş tarzının güzelliği, etkileyiciliği ve ustalığı ile Türkmen dilini geliştirmiş, zenginleştirmiştir.

Karacaoğlan, halkın içindeki sesi kendi güzel bakışıyla ahenkli bir sabaha uyandırmış, halkın dilini adeta Türk Halk Şiirinin dili haline getirmiştir. Çok geniş bir kelime bilgisine sahip olan Karacaoğlan, Türkçeye oldukça hâkim bir ozandır. Bu hâkimiyet, onun kelimeleri kullanacağı yerleri doğru tespit etmesinde, Öz Türkçenin etkili bir mizansen tadında dizelerde kendini bulmasında ortaya çıkar.

Osmanlı Devleti’nin iç karışıklıklarla, iktisadi bunalımlarla boğuştuğu bir dönemde yaşayan Karacaoğlan, Anadolu halkının 17. yüzyılda yaşadığı sıkıntılara şiirlerinde değinmez. Karacaoğlan, iyiye, güzele, beyaza, buluta bakar; gökyüzüne kanatlanışta kendini bulur. O, kendini duruluğa dost eyler. Öyle bir saydamlıkta yüzer ki; karşımıza çıkanın Türkçede karşılığı yoktur. Bu bir tür “Karacaoğlan Rengi”dir; başka bir yerde asla karşılaşamayacağımız…

Karacaoğlan, Divan Edebiyatı’ndan ve tekke şiirinden uzaktır. O, hece vezniyle, günlük konuşma diliyle yazmış, az sayıda Arapça ve Farsça kelime kullanmıştır. Karacaoğlan, benzetmeler, deyimler, yöresel sözcüklerle doruklara çıkmış, geleneğin derinliğinde pişen şiirleriyle halka “Halk” şiiriyle yaklaşmıştır.

Karacaoğlan, hece ölçüsündeki 11’li (6+5) ve 8’li (4+4) kalıpları kullanarak, zaman zaman redife yer vererek, söyleyişlerini mecazlarda, mazmunlarda renklendirerek kendine has bir Karacaoğlan şiirselliği oluşturmuştur.

Karacaoğlan’ın koşma, destan, semai, türkü, varsağı türlerindeki şiirleri önemli bir yere sahiptir. Onun söyleyiş tarzı mani söylemeye çok yakındır. Karacaoğlan’ın koşmaları, Güney’in, Anadolu’nun hemen hemen her köyünde halkın yüreğinde, halkın gözlerindedir.

Karacaoğlan’ın Türkçeye kattıkları göz ardı edilemeyecek kadar fazladır. Karacaoğlan’ın şiirleri, Türkçenin doğallığının bozulmadan gelişiminin sağlanması ve korunmasında çok önemli bir yere sahiptir. Onun şiirleri bizim dilimizi, bizim halk ezgilerimizi, bizim özümüzü yansıtmaktadır.

Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Köroğlu, Âşık Garip, Öksüz Dede, Kul Mehmet’ten etkilenmiştir. Karacaoğlan âşık edebiyatında sadece bulunduğu çağın öncüsü değildir. Karacaoğlan, şiirleriyle 17. yüzyılda oluşturduğu farklılığı kendisinden çok sonraları da konuşturabilmiş, ardından gelen pek çok şairi etkilemiştir. Bu etkilenme onu âşık edebiyatının sözcüsü konumuna taşımıştır. Karacaoğlan şiirleriyle çağdaşı şairleri etkilemiştir: Âşık Ömer, Âşık Hasan, Âşık İsmail, Katibî, Kuloğlu, Gevheri. Karacaoğlan’ın etkisi daha da ilerilere ulaşmış ve 18.yüzyıl şairlerinden 18.yy ve şairlerinden Dadaloğlu, Gündeşlioğlu, Beyoğlu, Deliboran’ı etkilemiştir. 19. yüzyıla gelindiğinde de Karacaoğlan’ın etkileri devam etmiş ve 19.yy şairlerinden olan Bayburtlu Zihni, Dertli, Seyranî, Zileli Talibî, Ruhsatî, Şem’î ve Yeşilabdal Karacaoğlan’dan etkilenmişlerdir. Ardından hem Meşrutiyet hem Cumhuriyet dönemlerinde Karacaoğlan’dan esinlenen şairler ise: Rıza Tevfik Bölükbaşı, Faruk Nafiz Çamlıbel, Behçet Kemal Çağlar, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Kutsi Tecer ve Cahit Külebi.

Karacaoğlan’ın şiirleri 1920 tarihinden itibaren araştırılmaya başlanmış ve yayımlanmıştır. Yapılan ilk derlemede 273 şiiri olan Karacaoğlan’ın daha sonra yazılı kaynaklara beş yüzün üzerinde şiirinin geçmiş olduğunu görürüz. Dr. Müjgân Cumbur’un “Karacoğlan” isimli kitabına bakıldığında, şiir sayısının 507 olduğunu görürüz.

Karacaoğlan hep doğadadır. O, doğayla bütünleşen şiirlerinde tüm yeşilleri ve mavileri, dağları yaylaları, ovaları, bağları, çiçekleri, kokuları; doğadaki her şeyi yansıtır. Göçebe yaşantısının bütün doğal özellikleri Karacaoğlan’ın şiirlerinde yerini bulur.

Karacaoğlan şiirlerinde Güzel’i işler, doğayı işler, aşkı işler. Şiirlerinin özünde güzelin, doğanın, aşkın her hali vardır. O, bunların dışında ölüm, ayrılık, gurbet gibi konuları da şiirlerinde işler. Karacaoğlan’ın ölümü, ayrılığı anlattığı dizeleri:

Vara vara vardım ol kara taşa
Hasret ettin beni kavim kardaşa
Sebep ne gözden akan kanlı yaşa
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

Nice sultanları tahttan indirdi
Nicesinin gül benzini soldurdu
Nicelerin gelmez yola gönderdi
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

Karacaoğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

Aşkı anlattığı şiirleri yine doğadan, sevgiliden, yaşamdan beslenir. Onda aşk, âşık edebiyatında olduğundan farklıdır. Onda sevgili yaşamın içindedir, doğanın güzelliğindedir. Karacaoğlan’ın aşkı anlatan bir şiiri:

İncecikten bir kar yağar,
Tozar Elif, Elif deyi…
Deli gönül abdal olmuş,
Gezer Elif, Elif deyi…

Elif’in uğru nakışlı,
Yavrı balaban bakışlı,
Yayla çiçeği kokuşlu,
Kokar Elif, Elif deyi…

Elif kaşlarını çatar,
Gamzesi sineme batar.
Ak elleri kalem tutar,
Yazar Elif, Elif deyi…

Evlerinin önü çardak,
Elif’in elinde bardak,
Sanki yeşilbaşlı ördek
Yüzer Elif, Elif deyi…

Karac’oğlan eğmelerin,
Gönül sevmez değmelerin,
İliklemiş düğmelerin,
Çözer Elif, Elif deyi…

Karacaoğlan, şiirlerinde deyimlere yer vermiş, benzer kelimelerin yan yana kullanılması anlamına gelen hendiadiumu kullanmıştır. Benzer kelimeleri yan yana kullanmadaki büyük başarısı onun Türkçenin kıyılarında gezinmediğinin, paçalarını sıvayıp Türkçenin okyanus büyüklüğündeki tadında lezzetlendiğinin bir göstergesidir. Yan yana kullanılan bu kelimelere örnek verirsek eğer; koç yiğit, ak beyaz.

Karacaoğlan, tüm topluma kendi şiirini benimsetebilmiş bir şair, bir Âşık olarak karşımıza çıkar. “Karacaoğlan der ki;…” ifadesi Karacaoğlan’ın günümüzde ne kadar benimsenmiş bir Halk ozanı olduğunun bir göstergesidir.

Karacaoğlan yazılı edebiyattan pek etkilenmemiştir. Yazılı bir kaynağa işlenmeyen Karacaoğlan şiirleri günümüze kadar ulaşabilmiştir. Bunu Türkmenler arasında Karacaoğlan’a karşı duyulan büyük sevgiye bağlayabiliriz. Karacaoğlan’ın bu şekilde benimsenmesinin örneklerinden biri “Karacaoğlan Geleneği”nin Toroslar’da hala yaşatılıyor olmasıdır. Oralarda Karacaoğlan’ın dizeleri halkın söyleyişlerinde gizlenmiştir.

Halk edebiyatına büyük katkıları olan Karacaoğlan, çevresini çok güzel tasvir edebilen, gördüklerinde yaşayan gerçeklikleri güçlü bir değerlendirme ile sentezleyebilen bir “Başarı Ustası”dır.

Diğerlerinden Farklılığı

Karacaoğlan, yaşadığı topraklarla özdeşleşmiş bir şairdir. O, toprağının kokusunu sahip olduğu kişilik özellikleriyle harmanlayarak; Anadolu’yu, Anadolu sınırlarını aşarak Balkanları, belki daha da ötesini seyre dalmış bir ozandır. O, seyre dalarak gezindiği yerleri şiirlerinde resmeden bir ozandır.

Karacaoğlan’ın en başta söylenmesi gereken özelliği, onun şiirlerinin Halk dilinin en harika örnekleri olmasıdır. Karacaoğlan’ın şiiri Halkın içinden gelen bir ses, bir fısıltı, bir birlikteliktir. Onun şiiri halk ile beraberdir; aynı toprağın güzelliğiyle sarhoş olur, aynı mevsimin tadıyla lezzetlenir, yaşanmışlıklarda gezinir durur. Onun şiiri halkın duygu dünyası ve düşünceleriyle sulanır.

Bir martının gökyüzünde kanatlarını çırpışı kadar özgür bir kimliğin içinde yaşatılır Karacaoğlan. Onu Karacaoğlan yapan kıdemli beyazlık; bu kimliğin, bir kuğunun göldeki salınışında ifade bulması ve hafızalarda kalıplaşabilmesidir. Karacaoğlan Halkın adamıdır; Karacaoğlan Halkın çocuğudur, Karacaoğlan Halkın “Kara Oğlanı”dır. Şiirlerindeki halk ağzı bir tür yaşadığı dönemi, yaşadığı toplumu duymuşluğun, görmüşlüğün en önemlisi de yaşamışlığın ortaya çıkardığı bir söyleyiştir.

Karacaoğlan’ın doğayı tasviri doğa’nın ilk günkü salınışı kadar şeffaftır. Onun şiirlerini okurken, yıllar öncesinden bir bakışla doğayı tasvire girişmiş bir “Karacaoğlan” gözümüzde canlanır, biz ise onun şiirlerini okur bir vaziyette doğayı seyre dalarız. Bazısına basit gelir yazılanlar, bazısı der ki “ Bunu ben de yazarım” Bu cümleyi özellikle günümüzde sıkça duyarız. Ancak konu yazmaya gelince bir köşeye kaçar bunu diyenler. Bu anlayış Karacaoğlan’ın tarzının doğal güzelliğinden kaynaklanır. Gerçek sadeliklerde yaşamak isteyen birçok yazar, birçok şair buraya ulaşmak için çok yol kat etmeleri gerektiğini bilirler. Öyle bir yoldur ki bu; siz, yazdıkça daha sade, daha beyaz, daha öz bir sonuca doğru yürürsünüz aslında. Sonuç dediğimiz şey, her şeyin özüdür. Tüm yazılanların özünün tasviridir. Bu sonuca ulaşınca da kendi kendinize oluşturduğunuz bu eserin aslında başlangıçtan çok farklı olduğunu keşfedersiniz. Bu bir “Sizli ve Sizsiz Öz”dür. İnadına açık renklere kayıştır, her şeyden uzakta ve her şeye yakın oluştur. Bunların hepsi Karacaoğlan’ın şiirinin özünün bir tarifidir; aslında tek bir nokta bile Karacaoğlan’ı diğerlerinden ayırır. Karacaoğlan’daki bu aşikâr farklılık; onun sadeliğe giden yoldan geçmesine gerek kalmayan bir şair oluşudur. Karacaoğlan, bu gerçekte kavrulmaya gerek duymamıştır çünkü o ilk andan itibaren tüm beyaz kademeleri terfi etmiş olarak işe başlar. Daha ilerisinde ise, Karacaoğlan’ın sınırları aşışıyla karşı karşıya kalırız. Çünkü diğerleri bu noktaya ulaşmak için yollar kat ederken, Karacaoğlan yola öz ile başlamış, diğerlerinden çok daha ilerilere koşarak, kendisini ulaşılmaz bir “ak”ın tecellisine doğru sürüklemiştir. Bu tecelli ise saydamlıktır…

Şiirinde kendi yöresinin dilini kullanan Karacaoğlan, yöresel dili kullanıştaki büyük başarısı ile Türk Halk Şiirinde bambaşka bir yere sahiptir. O, diğer tüm halk şairlerinden bu noktada ayrılacaktır. Çünkü kimse Karacaoğlan gibi ustalığın hat safhasında kullanamamıştır yöresel dili.

Karacaoğlan birçok alanda farklılığını sergilemiştir. O, bitki ve hayvan isimlerini botanikçi ve zoolog diyebileceğimiz şekilde şiirlerine yansıtmıştır.

İlk olarak Karacaoğlan’ın şiirlerinde görülen şiirde sevgililerin isimlerini söyleme onun farklılıklarından sadece biridir. Bu isimlerden bazıları ise: Elif, Hatice, Döne, Zeynep, Emine, Hürü, Döndü, Esma, Anşa… Karacaoğlan’ın sevgili isimleri kullandığı bu şiirinde adeta bir hikâye’yi resmetmiştir. Şiir okunduğunda, gözlerimizin önünde canlanan bu hikâyede bir giriş, gelişme ve sonucun mevcut olduğu görülecektir:

Akça kızlar göç eyledi yurdundan
Koç yiğitler deli oldu derdinden
Gün öğle sonu da belin ardından
Saydım altı güzel indi pınara

Üçü uzun boylu, kaşların süzer
Üçü orta boylu, zülfünü dizer
Sanki akça ceylan bir çölde gezer
Sarı kınalı keklik indi pınara

El atıp dericek Hatce’ nin gülü
Can için sarıcak Ayşe’ nin beli
İkisi hampalı biri döndeli
Eminem çok içti kandı pınara

Karac’oğlan bunu böyle söyledi
İndi aşkın deryasını boyladı
Kızlar gitti diye pınar ağladı
Acıştım yüreğim yandı pınara

Karacaoğlan’ın şiiri canlıdır, yaşamın içindeki dans edişlerden beslenir. O, şiirlerinde melankolik, ağır bir dünya’nın havasını solumaz. Oluşturduğu dünyanın içinde iyilikten yana, duru düşünen, temiz düşünen, anlayışlı bir kimlikte yaşatır kendisini.

Karacaoğlan’ın vurgulanması gereken bir başka farklılığı ise, onun aşk’a bakışının, sevgiliyi tasvir edişinin doğayla iç içe olmasıdır. Onun aşkı anlatırken aldığı besin kaynağı doğadır. Onun için doğa, “yer” kavramından çok uzaktadır; hava, su gibi kıymetli, olmazsa olmaz denilen cinsten bir oluştur.

Onun şiirlerinde gerçeklik sezilir. Karacaoğlan’ın şiirlerindeki aşkın resmi ulaşılamayan, soyut, esrarengiz bir yaklaşılmazlık değildir. O, aşkı resmedercesine sunar bize. Sevgililerin tavırları, bakışları, süzülüşleri Karacaoğlan’ın dizelerinden bizlere el sallar. Karacaoğlan’ın diğerlerinden ayrılan yönü de gerçeği resmedişindeki bu erişilmez ustalığıdır.

Genelde soyutluğa dayanarak yapılan benzetme sanatında da Karacaoğlan farklılığını göstermiştir. Karacaoğlan’ın güzelleri tasvir ederken kullandığı benzetmeleri gerçek yaşamın içindendir. Bu benzetmelere örnek verirsek eğer: ok kirpikli, ince sedef dişli, gül yüzlü, güvercin duruşlu, kumru sesli, püskürme benli, kömür gözlü, bal ve kiraz dudaklı, keklik sekişli, şal kuşaklı, ceylan bakışlı, yayla çiçeği kokuşlu, gümüş halhallı, siyah zülüflü…

Karacaoğlan tamamen güzelle kaynaşmıştır. Ancak, ara sıra eleştiriler, yakınmalar yükselen şiirleri de vardır. Bu, Karacaoğlan’ın toplumsal sorunlara da yaklaşmışlığının bir göstergesidir.

Onun şiirlerinde doğanın güzelliklerinden olan yaylaların büyük bir önemi vardır. Bir şiirinde şöyle der:

Yayladan inerken bir güzel gördüm
Ağlar melil melil bilmem nedendir
Ak yerine karaları başına
Bağlar melil melil bilmem nedendir

Karacaoğlan şiirinde dağlarla konuşur. Onlara şöyle seslenir:

Sarı çiçek sallanıyor naz ile,
Dem sürerdim on beşinde kız ile,
Şimdi öksüz kaldım kırık saz ile,
Ah ettikçe tüter dumanım dağlar!

Yaz gelir, illerin çözülür, konar.
Güzeller suyundan içip de kanar.
Küpeler kulakta mum gibi yanar;
Gördükçe, artıyor imanım dağlar!

Başka bir şiiri ise:

Yörü, behey Bulgar Dağı!
Senden yüce dağ olma mı?
Sende yaylayan güzelin,
Yanakları ağ olma mı?

Bulgar Dağı iki çatal.
Arasında güller biter.
Bir yiğide bir yar yeter,
İki seven del’olma mı?

Bulgar Dağı pare pare.
Kim’al giyer, kimi kare,
Selam eylen nazlı yâre,
Ayrılanlar bir olma mı?

Karacaoğlan’ın şiirinin çağlayan misali akışına bir örnek vererek devam edersek eğer:

Al yanaklar dumur dumur terlemiş
Yağmur gül dalına yağdığı gibi

Onu diğerlerinden ayıran bir yönü de, duyguların güzelliğini birçok kimsenin yapamadığı tarzda “basit”liğe asla adım atmadan tasvir edişidir. Karacaoğlan’ın halkın duygularını yansıtırken kullandığı açıklık basitlikten, kötülükten uzakta tamamen iyimser, yükseltici bir hava taşır. O, halkın bastırdığı, bahsetmek istemediği gizli duygulara, bu duyguları istismar etmeden büyük bir coşkunlukla girebilmesini başarmıştır:

Bir güzel isterim ahu bakışlı;
Gerdanı bir karış benli nakışlı;
İnci dişli olsun hem karakaşlı;
Boynuna sarılıp yatmak isterim…

Karacaoğlan’ın sevgiliye olan aşkını anlattığı bu şiirinde, sevgiliyi tasvir edişi yine samimi bir dilde karşımıza çıkar:

Ala gözlü benli dilber
Koma beni el yerine
Altın kemerin olayım
Dola beni bel yerine

Hicine gönlüm hicine
Yiğide ölüm geçine
As beni zülfün ucuna
Sallanayım tel yerine

Gel kız karşımda dursana
Şu benim halim sorsana
Zülfünden bir tel versene
Koklayayım gül yerine

Karac(a) oglan der nolayim
Kolun boynuma dolayım
Nazlı yar kölen olayım
Kabul eyle kul yerine

Ala gözlü benli dilber
Usul söyle söz ederler
Gönül suyun akıtırlar
Gözlerimi buz ederler

Karacaoğlan’da aşikâr olan öğe doğadır. Doğa aşkıyla yanar tutuşur ve doğada sevgiliyi, doğada aşkı bulur. Karacaoğlan güzellerin yazgısındadır, güzellerin sözündedir, özündedir. O, aşkın gönlündedir. Ancak, Karacaoğlan zaman zaman Allah aşkını anlatan şiirlere de yer vermiştir. O, sanıldığının aksine divan edebiyatına da aşinadır. Tasavvuf felsefesine de hâkimdir. Bu hâkimiyet onun şu mısralarında göze çarpacaktır:

Evvel Allah, ahir Allah
Andan ulu gelmemiştir
Hak Muhammed’den sevgili
Hakk’ın kulu gelmemiştir

Karacaoğlan der ki ismim öğerler
Ağı oldu yediğimiz şekerler
Güzel sever diye isnad ederler
Benim haktan özge sevdiğim mi var.

Karacaoğlan’ın Allah’a inancı şu mısralarında gizlidir:

Bağlandı yollarım, kaldım çaresiz
Gayri dünya bana aralandı gel
Derildi defterim artsız arasız
Üst üste dizildi sıralandı gel

Yâri görse idim haftada ayda
Sevip ayrılmaktan ne buldum fayda
Azrail göğsümde canım hay hayda
Ciğerimin başı yaralandı gel

Karac’oğlan der ki başa yazıldı
Gözüm yaşı ceyhun oldu süzüldü
Kefenim biçildi, kabrim kazıldı
Mezarımın üstü karalandı gel

Karacaoğlan bir şiirinde de söz dinlemeyen gönül’e şöyle seslenir:

Gönül gurbet ele varma
Ya gelinir ya gelinmez
Her güzele meyil verme
Ya sevilir ya sevilmez…

… Karacaoğlan düşse yola
Bülbül figan eder güle
Güzel sevmek bir sarp kale
Ya alınır ya alınmaz

Onun sevdaya, sevginin de ona uçuşu şu şiirinde kendini bulur:

Yine sevda geldi serime
Koymazlar ki gidem kendi yoluma
El uzatman benim gonca gülüme
Allı turnam, harman dalı do’ndu’ mu’

Karacaoğlan, şiirlerinde renklerin davetini asla geri çevirmez. O, doğadaki güzellikleri anlatırken çoğu zaman renklerin diliyle sözleşir. Bu sözleşme, renklerin birleşiminden oluşan bir Karacaoğlan saydamlığından ibarettir. Biz tüm renkleri karıştırdığımızda beyazı yakalarız ancak Karacaoğlan şiirlerinde renklerin karışımı beyazdan daha da öte beyazın şeffaf halini verir. Çok söze gerek yoktur Karacaoğlan’ın şiirindeki temizliği anlatmak için. Onu anlatmak için cümleleri uzattıkça onun ulaştığı saydamlıktan kopmaya başlarız. Karacaoğlan şiiri, baştan aşağı bir netlikten ibarettir.

Karacaoğlan’ın şiirinde psikolojik, estetik öğeler mevcuttur. Onun şiiri bir ruh doygunluğudur:

Seyyah oldum gezdim gurbet illeri
Kar etti bağrıma yeter ayrılık
Söyleyeyim başa gelen halleri
Çok çektim ölümden beter ayrılık

Şu aşkın ataşı sönmüyor serde
Ah çeker ağlarım gezdiğim yerde
Ben burda kalmışım dost gurbet ilde
Beni ilden ile atar ayrılık

Ben terk eylesem de diyar-ı gurbet
Âşıklar sadıklar kavuşur elbet
Dost ile bir saat yapsam muhabbet
Sevdiğim gözüme tüter ayrılık

Karac’oğlan der ki terkin verincek
Ötüşür bülbüller gonca gülüncek
Ben burda yar orda böyle kalıncak
İster ölüm olsun ister ayrılık

Karacaoğlan başka bir şiirinde ise umudun sıcaklığına işaret ediyor ve güzel günler elbet gelecek anlayışını yansıtıyor:

Kemler iyi göremez
Gamlanma gönül gamlanma
Bin kaygu bir borç ödemez
Gamlanma gönül gamlanma

Koyun meler kuzu meler
Sular hendeğinde dolar
Ağlayanlar bir gün güler
Gamlanma gönül gamlanma

Yiğit yiğidin yoldaşı
At yiğidin öz kardaşı
Sağlık her şeyin başı
Gamlanma gönül gamlanma

Naçar Karac’oğlan naçar
Pençe urup göğsün açar
Kara gündür gelir geçer
Gamlanma gönül gamlanma

Karacaoğlan, bazı şiirlerinde de yine o saf Türkçesiyle sevgiliye sitem eder:

Terkeyleyim seni hey kaşı keman
Vefası olmayan yârda ne kaldı
Hiç mi yok sevdiğim göğsünde iman
Beni mecnun eden yârda nem kaldı

Felek benden beter etsin hâlini
Ben ölürsem yadlar sarsın belini
Garip bülbül güle versin meylini
Figanım arttıran yârdan nem kaldı

Akar gözüm yaşı bir dem silinmez
Ko başım sağ olsun yâr mı bulunmaz
O yârin yanında kadrim bilinmez
Kadrimi bilmeyen yârda nem kaldı

Karacaoğlan der ki severim candan
Can esirgemezdim cananım senden
İşittim sevdiğim vazgeçmiş benden
Giderim gurbete daha nem kaldı

Karacaoğlan’ın sevgiliyi tasvirinde kullandığı benzetmeler onun ustalığının bir göstergesidir:

Ala gözlerini sevdiğim dilber
Kuğuya benzettim göller içinde
İnceciktir belin hilaldir kaşın
Selviye benzettim dallar içinde

Hakkında Söylenenler

Yaşar Kemal Karacaoğlan hakkında şöyle diyor:
“Yunus Emre, Pir Sultan Abdal gibi, şiirimizin büyük ustalarından birisi de Karacaoğlan’dır. Büyük ustamızın on yedinci yüzyılda yaşadığı sanılıyor. Kökünün daha derinlerde olduğu gerçek. Epope’den Dede Korkut’a; Dede Korkut’tan koşmaya ne zaman geçilmişse, Karacaoğlan o zamandan beri sürüp gelen bir havadır; bir söyleyiş, bir duyuş biçimidir. Onun ne zaman doğduğu, yaşadığı da işte bu yüzden önemli değildir. İptida Karacaoğlan bir büyük kişilikti. Bu bilinen bir gerçektir. Sonra, yüzyıllar geçtikçe halk onun yöresini yeni şiirlerle, yeni yeni ozanlarla, daha da ileri giderek, yetiştirdiği yeni Karacaoğlan adlı şairlerle ördü. Benim gençliğimde Çukurova’da Karacaoğlan adıyla şiirler söyleyen dört tane Karacaoğlan vardı. Karacaoğlan gibi, onun havasında şiirler söylüyorlardı. Halk da -buna çok rastladım türkü derlemeleri yaparken- sevdiği tüm şiirleri Karacaoğlan’a mal ediyordu. Bir kişiliğin yöresinde böyle yoğun bir oluşma, şaşırtıcı bir şeydi. Bir de Karacaoğlan’ın şiirlerine bakarsak, daha halkın dilinde yaşayan, ya da derlenmiş şiirlerine, bugün de Çukurova köylüsünün dünya karşısındaki tekmil tavırlarını görürüz. Bu belki tekmil doğa karşısındaki insanın insanca davranışıdır, evrenseldir. Belki değil düpedüz evrenseldir. Halkın içinde yaşamış büyük kişilikler, halkın dili olmaktan başka çare bulamamışlar, böyle olunca da halk onların yöresini daha da, zaman geçtikçe gür bir toprak gibi gittikçe yeşertmiş, ona yeni yeni güzellikler, çiçekler eklemiştir. Ve Karacaoğlan’ın şiiri binlerce yıl akarsular dibinde yıkanmış çakıl taşları gibi dilden dile geçerekten incelmiş, güzelleşmiş, arınmış, zenginleşmiştir.
İşte Karacaoğlan’ın türkülerine yaklaştıran havalar da böyledir. Karacaoğlan havası dediklerinden, Karacaoğlan çağlarından ne kalmıştır? Acaba Karacaoğlan bu havaları böylesine tıpatıp mı söylemiştir? Yukarıda söylediğim Karacaoğlan türkülerini halk nasıl örmüş oluşturmuşsa havalarını da tıpkı öyle örmüş oluşturmuştur. Her büyük usta ona bir ses, bir güzellik katmıştır…”
“Karacaoğlan ne demiş:
Arılar da konmaz oldu pürene
Şükür olsun bu sevdayı verene
Şükür olsun Karacaoğlanlara, Ruhi’lere.”

Ahmet Köklügiller (İstanbul, 1983) Karacaoğlan hakkında şöyle diyor:
“Her halk şairi gibi, Karacoğlan da şiirlerinde kendi yö­resinin dilini kullanmıştır. Ne var ki, Karacoğlan yöresel dili kullanıştaki ustalığı ya da yetkinliği ile öteki halk şairlerinden hemen ayrılır. Bu alanda, hiçbir şair, onun düzeyine çıkamaz…
…Sonuç olarak diyebiliriz ki, Karacoğlan’ın şiirleri, yabancı etkilere kapalı, bağımsız, sade halk dilinin en güzel örneklerini oluşturur. Türkçenin, doğal yapısı içinde korunup geliştirilmesinde Karacoğlan’ın şiirlerinin büyük etkisi olmuştur.”
“…Kısaca söylersek, Karacoğlan, 16. yüzyılda büyük bir gelişme gösteren ve günümüze kadar bu gelişmesini sürdüren Halk edebiyatımızın doruk noktalarından biridir. Yerel dili kullanıştaki ustalığı, halkının beğenilerini şiirleştirmedeki üstün başarısı ile Halk edebiyatımıza büyük kalkılan olmuştur. Bunun doğal sonucu olarak, halkımızı ve onların sözcüleri durumundaki halk şairlerini de geniş ölçüde etkilemiştir.”

Ahmet Özdemir Karacoğlan hakkında şöyle diyor:
“Karacaoğlan Bir Sevgi Adamıdır”

Nihat Sami Banarlı Karacaoğlan şiiri için şöyle der:
“…Karacaoğlan’ın şiirlerinde göze çarpan iki büyük aşk, kadın ve tabiat aşkıdır. Buna derin, köklü ve milli bir aşk olarak dil sevgisini, Türkçe aşkını da ilave etmek yerinde olur. Şair, hemen bütün şiirlerinde Anadolu’nun çıplak tabiat güzellikleriyle Türk güzellerini birleştirmeğe, birini ötekinin vasıflarıyla tanıtıp övmeye çalışmıştır.