Yunus Emre

Hakkında

O bir yağmur saflığı âlemi seyreden, onun yaşattığı bir tür sevda, konuşturduğu yürek, dağıttığı aşk dolu bir nida tüm insanlığa ve yürüttüğü bir yoklukta kendini buluş, aşka uzanış…

Hep hoşgörüye koşan, sevgisini yaratılan her şeyle buluşturan, yaradan sevgisiyle yanıp, tutuşan; tutuşan yüreğinden kopanları kâinatın her köşesine yayan bir şair, bir tasavvuf eri, bir hoşgörü ustası, aşk elçisi…

Asırlar boyu şeffaf anlatımıyla kalplerimizde yer edinen Yunus Emre’nin doğum tarihi çok net bilinmemekle beraber bazı kayıtlarla desteklenmiş, Risâletü’n-Nushıyye adlı eserinin sonuna doğru yazdığı şu beyitten çıkarımlar yapılmıştır;

Söze târih yidi yüz yidi-y-idi

Yûnus canı bu yolda fidi-y-idi

Bu beyit’in Adnan Erzi tarafından İstanbul Beyazıt Devlet Kütüphanesinde bulunan eski bir mecmuadaki şu sözlerle destek görmesi sonucu bir fikir birliği doğmuştur;

“Vefat-ı Yunus Emre, Sene 720, Müddet-i ömr 82”

Bu kayıtlara göre Yunus Emre h.720’de vefat etmiştir. Bu Miladi olarak 1320-1321 tarihini göstermektedir. Mecmuadaki “Müddet-i ömr 82” sözünden de anlaşıldığı gibi doğum tarihinin de 1240-1241 olduğu söylenebilecektir.

Yunus Emre’nin doğum yeri ayrı bir tartışma konusudur. Menkıbeye göre, Yunus Sarıköy’den kaldırılıp Sulucakarahöyük’teki Hacı Bektaş dergâhına götürülmüştür. Buradan da anlaşıldığı gibi Yunus, Sarıköy’de doğmuş bir Sakarya çocuğudur. Menkıbede Yunus’un doğum yeri ile ilgili yazılanlar, daha sonra çeşitli kayıtlarla da desteklenmiştir. Lamiî Çelebi’nin Nefahat Tercümesinde Yunus Emre’nin doğum yerinin Sarıköy olduğu işaret edilerek, Kütahya suyunun Sakarya suyuna karıştığı yerin yakınlarında bir yer olduğundan söz edilmiştir.

Bu çalışmaları destekleyen görüşlere sahip olan bazı edebiyatçıların Yunus Emre ile ilgili şu sözleri onların bu konudaki yaklaşımlarını yansıtmaktadır;

Necip Fazıl Kısakürek Sakarya adlı şiirinde; “Hani Yunus Emre ki kıyında geziyordu…” dizesiyle,

Sezai Karakoç ise;

Şol Cennetin ırmakları

Akar Allah deyu deyu

beytindeki işarete dikkat çekerek “işte bu beyit Yunus’un Sakarya kıyılarından olduğunu, en otantik bir tarihi belge kadar Sakarya kıyılarından olduğunu gösterir.” demiştir.

Bu bilgilerin yanında bazı kaynaklarda kesin olmamakla birlikte Yunus Emre’nin doğum yeri ile ilgili başka bazı bilgiler de mevcuttur. Bunlardan birine göre, o Anadolu’ya Doğu’dan gelen Türk oymaklarından birine bağlıdır. Eskişehir’de öldüğü ileri sürülmüştür. Başka bir bilgiye göre ise, Karaman’da doğup orada öldüğü söylenmiştir. Bunu savunanların ortaya koydukları kayıtlara göre; Yunus Emre Horasan’dan Karaman’a göç etmiş olan bir şeyh ailesindendir. Babasının adı İsmail’dir.

Yunus’u anlamak, hissedişlerinin dayanaklarını özümseyebilmek onun yaşadığı dönemi kavrayabilişimizde gizlidir. Onun yaşadığı dönem Haçlı seferleriyle, Moğolların saldırılarıyla, beyliklerin birbirleriyle mücadelesiyle, isyanlarla, iç çekişmelerle doluydu. Geriye kalan halkın yıpranışının siyah beyaz bir fotoğrafıydı. O, yaşadığı yüzyılın tüm acılarını biriktirdiği yüreğinde aşkla dolu sabahlara uyanarak, halkın ızdırabına yoldaş oldu.

Bektaşi Velâyetname’sinde anlatıldığına göre; Yunus Emre, gençliğinde çiftçilikle ilgilenmiştir. Ardından Taptuk Emre adlı şeyhin müridi olmuş ve onun tekkesine uzun bir süre hizmet etmiştir.

Taptuk Baba’ya olan sevgisi Yunus’un şiirlerine de yansımıştır. O, Taptuk Emre’yi yürekten süzülen inanç dolu bir haykırışla sever:

Taptuğun tapusuna

Kul olduk kapısına

Yunus miskin çiğ idik

Piştik elhamdülillah

Vardığımız illere

Şol safa gönüllere

Baba Taptuk manisin

Saçtuk elhamdülillah

Yunus bir doğan idi kondu Taptuk koluna

Avın şikira geldi bu yuva kuşu değil.

Yine esridi Yunus Taptuk yüzün görende

Baktığım yüzde gördüm Taptuğumun nurunu.

Bize kadir gecesidir bu gice

Ko erte olmasın seher gerekmez

Yunus esrüyüben düştü sokakta

Çağınr Taptuğunu ar gerekmez

Yunus Emre’nin nerede öldüğü, mezarının yeri kesin olarak bilinmese de Türk halkı Yunus’u çok sevdiği için onun için makamlar oluşturmuş ve Türkiye’de birçok yerde Yunus Emre’nin mezarı diye anılan birçok mezar ve türbe olduğu görülmüştür.

Başarıları

Yunus’un kıyılarında gezinmek ruhumuzu aydınlatan bir ışık, onun sevgilerinde yaşayabilmek ise bize sunulmuş büyük bir nimet. Onun yüreğinin ışıldayışını böyle ifade ettikten sonra Yunus’un başarılarını özümsemeye çalışırsak eğer;

Yunus, Türk kültürünün, Türk medeniyetinin şekillenmesini sağlarken bir başkalık, daha önce görülmemiş bir yükseliş yaratmıştır. Bu bir Yunus başkalığıdır ki; tüm insanlığa yayılan, asırların kokusunu taşıyan; Yunus’un denizinden akan bir başkalık.

“Yaratılanı hoş gör Yaradan’dan ötürü”

Yunus’un şiirlerinin güzelliği; insanlığa seslenen bu beyaz, lekesiz ifadelerinde gizlidir. O, büyük bir hoşgörü bahçesi oluşturmuş, içine tüm insanlığı sığdırmak için çabalamıştır.

Yunus’un bir başka güzelliği ise, hoşgörüsünü yaşadığı topraklara serpmiş olmasıdır. Anadolu insanının hoşgörüsü, insan sevgisi, gönül temizliği, Yunus Emre’nin düşünceleriyle özdeşleşmelerinden kaynaklanmaktadır.

Yunus tüm evrenin dostudur, o yazdıklarıyla yüzyılları aşmış, Anadolu‘da Türkçe şiirin öncüsü olmuştur. Yaşadığı dönemin tüm acılarına rağmen sevgiyi kucaklamış ve insanlığa taşımıştır.

Yunus Emre hakkındaki menkıbeler onun okuma yazma bilmediğini ve öğrenim görmediğini işaret etmekte olsa da; onu şiirlerinden tasavvuf tarihini incelediğini, İran ve Yunan mitolojisini incelediğini, geleneksel İslam bilimlerini, Arapçayı ve Farsçayı öğrendiğini anlamaktayız.

O, halk ve tekke şiirinin yanında divan şiirini de etkilemiş, tekke şiirinin Anadolu’daki ilk temsilcilerinden olmuştur. Türk halk şairlerinin incisi olmuş, kendisinden sonra gelenlere ışığını yansıtmıştır.

Yunus Emre’nin yolundan giden Sait Emre, Âşık Paşa, Kaygusuz Abdal, Hacı Bayram, Eşrefoğlu Rumi, Hatayi, Niyazi-i Mısri vb. şairler yetişmiştir. Onun mahlasını kullanan şairler de vardır; Miskin Yunus, Derviş Yunus, Âşık Yunus, Yunus Dede, vb.

Başarılarının gizi; şiirlerinde işlediği İlahi Aşk, İlahi adalet, Din, İnsan sevgisi, Gönül, Gurbet, Ahlak, Aşk, Fanilik, Ölüm, Doğum, Sevgi, Saygı, Tabiat gibi konuları yalın, hesapsız bir şekilde konuşturmasında yatar.

Onun aruzla, heceyle ve musammat gazel biçiminde yazdığı şiirleri vardır. Bunların yanı sıra; ilahilerinde heceyi, halkın konuşma dilinden yararlanarak güzelleştirdiği yalın dili ve klasik koşma biçimini kullanmıştır.

Onun başka bir başarısı da, şiirlerini halka yakınlaşacak tarzda yazması ve bu sayede halk tarafından benimsenmiş bir şair olmasıdır. Bunu; şiirlerinde aruz kalıplarının hece kalıplarına da uyan ölçülerini seçmesinde; yine aruz kullandığında sık bir şekilde redife de yer vermesinde, yarım uyaklarla yazmasında aramak gerekir. Bu sayede Yunus Emre, Müslüman Türk şiir geleneğiyle eski Türk şiirini birleştirerek, Türk şiirine büyük bir katkıda bulunmuştur.

Yunus Emre’nin Oğuz lehçesiyle manayı anlatışı muhteşem bir yükselişe ulaşmıştır. Ayrıca o, kendi çağının konuşma diliyle de yazarak anlatımındaki samimiyeti göstermiştir.

O, koşulsuz bir varışa, içten bir sarılışa tutunarak sadece O’na ulaşmanın hazzıyla yanıp tutuşmuştur. Bu tutuşma onu büyük bir tasavvuf eri yapmıştır. Şiiriyle, dilindeki arılık ile Türk tasavvufunun kurucusu olan Yunus Emre, tasavvuf anlayışının gerçek manada kavranabilmesini sağlamıştır.

O, aşikâr olan bir gerçek üzerinde koşarak, karmaşık gibi gözüken tasavvuf düşüncesini yüreğinden çıktığı gibi ilk günkü saflığında insanlığa ulaştırmış, öğretmiş, benimsetmiş ve sevdirmiştir.

O, tasavvuf anlayışını dizeleriyle olağanüstü bir şekilde anlatmıştır. Tasavvuf anlayışına göre Allah insanların içindedir. İnsan Allah’ın yeryüzündeki yansımasıdır. Bu yüzden Allah’ı gökte değil, içimizde aramak gerekir. O, her yerdedir. Kendini sevmek Allah’ı sevmek, başkalarını sevmek yine Allah’ı sevmektir. Yunus Emre Allah’ın bizlerden ayrı bambaşka bir varlık olmadığı, aksine bizim içimizde olduğu aşikâr gerçeğini dizelerine şöyle aktarmıştır:

Çok aradım özledim, yeri göğü aradım

Çok aradım bulamadım, buldum insan içinde.

Tasavvuf düşüncesinin insanlık tarafından gerçekten tasavvur edilmesi; bu düşüncenin Yunus’ta su misali tecelli edişinde yatar. Bu tecellinin herkeste yerini bulması, Yunus’un halka halk diliyle koşar olmasından, Allah’ı, kendi diliyle Maşuk’unu, insanlıkta, Allah’ın yarattığı her şeyde görür olmasından, sevgisini sade sade yayar olmasından kaynaklanır;

Ben ay’ımı yerde gördüm

Ne isterim gökyüzünde

Benim yüzüm yerde gerek

Bana rahmet yerden yağar

Yunus’u kelimelere sığdırmanın zorluğunda onun gönül gözünün bizlere açılan penceresine baktığımızda eserleriyle karşılaşıyoruz;

Divan: Yunus Emre’nin şiirlerinin toplandığı eserdir. Şiirleri hece ölçüsüyle ve aruz ölçüsüyle yazılmıştır. Divan-ı Âşık Yunus Emre birinci basımı 1904’te, ikinci basımı 1924’tedir. Bundan sonra Burhan Toprak’ın 1933-34’te üç cilt halinde yayınladığı Yunus Emre Divanı’nın 1943’teki ikinci basımı iki cilt halinde karşımıza çıkacaktır. Yine 1943 tarihine gelindiğinde Abdülbâki Gölpınarlı, bilimsel bir çalışmaya dayanan ilk Yunus Emre Divanı’nı yayımlayacaktır.

Risâlet-ün Nushiyye (Öğütler Kitabı): Tasavvufi, dini, ahlaki bir kitap olan bu eser Mesnevi tarzında, aruz ölçüsüyle yazılmıştır ve 573 beyitten oluşmaktadır. Bu eser incelendiğinde, 13 beyitten oluşan bir başlangıç ile karşılaşırız. Daha sonra kısa bir düzyazı vardır. Ardından ruh, nefis, kanaat, gazap, sabır, haset, cimrilik, akıl gibi konuların işlendiği destanlar söz konusu olacaktır.

Yunus yaşadığı dönemde söyledikleriyle sadece kendi dönemine değil, tüm evrene damgasını vurmuştur. Çünkü batıda insan sevgisi, kardeşlik, barış düşüncelerine dair hiçbir kıpırdanma mevcut değilken “Yaratılanı hoş gör Yaradan’dan ötürü” diyen, “Bunca varlık var iken Gitmez gönül darlığı” diyerek gerçek inanç samimiyetinin varlığın yoklukla birleştiği noktadan doğacağını gösteren bir Yunus Emre vardı evrende. O, tüm dönemleri yakalamıştı; geleceği ve geçmişi… O, her yerdeydi çünkü Batı’da Rönesans ile başlayan sadece insanı hedef alan, beşer üstü varlıkları kabul etmeyen anlamdaki hümanist düşünce, Yunus’un asırlar önce kat ettiği yoldan çok farklı anlamlar içermekteydi. Yunus’un anlattığı bilinenin tersine Hümanist anlayış asla değildi. Hümanizmin bilinenlerden farklılığı İngilizcedeki sözlük anlamına bakıldığında ortaya çıkacaktır:

En iyi değerler, karakterler ve davranışların doğaüstü bir otoritede değil de, insanlarda olduğuna inanan düşünce sistemi. (Encarta® World English Dictionary)

İleri gelen bir hümanist sözcüsü olan Corliss Lamont, The Philosophy of Humanism (Hümanizm Felsefesi) adındaki kitabında şöyle yazmaktadır:

Hümanizm, tüm gerçekliğin bizzat doğanın kendisinden ibaret olduğuna inanır, evrenin temel materyali, zihin değil madde-enerjidir… (Lamont, The Philosophy of Humanism 1977, s. 116)

Bu tanımlar bize hümanist anlayışın, Yunus Emre’nin dile getirdiği gerçekliğin tam zıttı olduğunu göstermektedir. Bu anlamda bir kez daha şunu söylemek gerekir ki; Yunus gerçekliğin dünyasına asırlar öncesinden girerek, bizi belki de çok sonraları yaşayacağımız ve belki de hiç yaşayamayacağımız bir güzellikle aydınlatmıştır.

Diğerlerinden Farklılığı

Yunusunki şiir değil,

Öteler ötesi bir yırtılış

Onun yâri gök değil,

Candaki yankılanış.

Yunus, uyaksız bir aşk felsefesinde çağlayan; uzaklarımızı çağıran, kendisine “Yunus” dedirtecek kadar içimizde derinleşen Yunus; içimizdeki Yunus… İlahilere, türkülere, dillere, yüreklere işleyen, Türk milleti tarafından asırlardır dilden dile aktarılan, şiirleri tüm insanlığa yoldaş olmuş, dilinden atasözü gibi söylenebilecek kadar gizi herkesi sarmış mısralar dökülen Yunus…

O, Dünya insanı için büyük bir sevgi ve hoşgörü ustası, kalbinde yaşattığı derinliğin ulaşılmazlığında yuvarlanan bir aşk çağlayanıydı.

Yaşadığı asırdaki tüm kötü olaylara rağmen şu mısraları dökebilen bir Yunus’tu:

Gelin tanış olalım, işin kolayın tutalım

Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz

Onun yüzyılları aşan üslubu günümüze kadar koşmuş, geçtiği her yüzyıl daha da benimsenerek çoğalmış, bu çoğalış göstermiştir ki; Yunus’un anlattıkları gerçek bir seziş, Allah’a varış. Yunus’un gönüllerde süzülüşü onun gerçekliği tatmış olmasından kaynaklanır. Hiçbir şair gerçekliği bu denli tatmadan gönüllere girememiştir. Ona göre, yerdeki yaşama gerçek manasıyla ulaşmak Semadaki sonsuzluğu yakalayabilmekten geçer. Bizde kıvılcım etkisi yaratan şey, onun bizi şiirleriyle seher vakti güzelliğine taşıyabilmesinde yatar.

Yunus’un eserleri; Allah’ın isimlerinin yaratılan her şeyde yankısını bulduğunu anlatmaktadır. Nasıl ki; tüm renklerin karışımı bizi beyaza ulaştırıyorsa, Allah’ın yaratılan her şeyde tecelli eden isimleri de bizi Esma’ül-Hüsna’ya; gerçek beyazlığın kendisine ulaştırmaktadır. Ulaşılmak istenen bu ak’ın tecellisi Yunus’un şiirinde şöyle ifade bulmaktadır;

Gâh eserim yeller gibi

Gâh tozarım yollar gibi

Gâh akarım seller gibi

Gel gör beni aşk neyledi

Aşkın beni mest eyledi

Aldı gönlüm hasteyledi

Öldürmeğe kast eyledi

Gel gör beni aşk neyledi

“Eren” Yunus’un dilindeki bilge kişinin adıdır. Eren, hep iyiyi, hep kardeşliği, hep doğruluğu taşıyandır. Eren’in tutkusu yalnız sevgidir, dostluktur. O, herkesi kuşatan sevgi içindeki görünmeyeni görmüş, ulaşılmayana ulaşmıştır. Barışı yaşatmak, barışla yaşamak; bunların hepsi Eren’in içinde gizlidir.

Yunus’a göre huzura ermek, kötü fikirlerden sıyrılıp gerçekliğe ulaşmak, Allah’a dost olmak gerekir. Onda, ölüm, Yaradan’a ulaşmak, gerçeğin tadına varmaktır. Ölüm korkusundan sıyrılıp Allah için, insanlık için uğraşmak gerekir.

Yunus’un dervişlik konusundaki düşüncesi şiirine şöyle yansır:

“Dervişlik dedikleri, Hırka ile taç değil Gönlünü derviş eden Hırkaya muhtaç değil”

Tamer Ayan ise Yunus’un dervişlik konusundaki düşüncelerini şu cümleleriyle aktarıyor: “Yunus’a göre elde tespih, dilde dua, her şeyden elini eteğini çekmiş insanlara yakıştırılan dervişlik, sonradan ortaya çıkan bir sapmadır. Bağnazlık ve körü körüne kaderciliği ortadan kaldırmak için çaba göstermek gerekmektedir.”

Yunus Emre, hiçbir şey yapmadan körü körüne kaderciliğe inanların, tedbir alıp takdir Allah’ındır gerçeğini anlamayıp bağnazlığa düşenlerin gerçek dine ulaşmak düşüncesinden uzaklaştıklarını düşünmektedir. Bu düşüncesini şöyle dile getirmektedir:

“Çeşmelerden bardağın Doldurmadan kor isen, Bin yıl dahi beklesen Kendi dolası değil”

Yunus, her şeyiyle bambaşka bir yansımadır. Yunus’un şiirleri uzaklarımızı çağıran, derinden gelen bir ney sesi misalidir. Onun şiirlerinde didaktik ahlak tarzında bir yükseliş söz konusudur. O, gönül kırmamak konusunda çok ince düşünür. Çünkü o tasavvuf anlayışından hareket eder. O’nun yüreğindeki tüm sonuçlar tasavvufta aydınlığa kavuşur. Tasavvuf anlayışından yola çıkarsak eğer bilmeliyiz ki; biz gönül kırdıkça, yaralar açtıkça bunların tecellisi tek gerçek olan Allah’ta görünmektedir. Bizler aslında yoklukta kendimizi buluyoruz çünkü içimizdeki o yüce gerçeğin varlığı bizim yokluğumuzda ortaya çıkıyor. Yunus ise gönül kırmanın aslında insanda değil, içindeki gerçekte tecelli ettiğini bildiği için bunu mısralarına şöyle işler:

Bir kez gönül yıktın ise

Bu kıldığın namaz değil

Yetmiş iki millet dahi

Elin yüzün yumaz değil

*** ***

Yol odur ki, doğru vara

Göz odur ki, Hakkı göre

Er odur ki alçak dura

Yüceden bakan göz değil

Yunus Emre’nin şiirlerinin içtenliği, onun şiirlerinde aktardığı düşünceleri kendisinin de yaşamında uyguluyor olmasındandır. Yunus “Din tamam olunca doğar muhabbet” demiş, İslam dininin değerlerini benimseyerek yükselişin mümkün olacağını belirtmiştir.

Yunus’un İlahi aşka olan tutkunluğunu anlattığı şu başkalık bizi uzak diyarlara sürüklemektedir:

İlâhi bir ışk vir bana, kandaluğım bilmeyeyin

Yavı kılayın ben beni isteyüben bulmayayın

Günün konuşma diline uyarlanmış haliyle:

İlâhi, bir aşk ver bana, nerdeyim hiç bilmeyeyim

Kaybedeyim de ben beni, istesem de bulmayayım.

Yunus’un başka bir özelliği, dilindeki arılıktadır. Yunus’un dilindeki duru Türkçe onun özündeki İlahi Aşk’a ulaşma tutkusundan kaynaklanır. Yunus’un lirikliği sadece dilinde değildir. Onun coşkunluğu tüm düşünce anlayışında mevcuttur. Yunus’a göre, ayrımcılık yapmamanın özü yine tasavvufa, yine Allah’a uzanışa dayanmaktadır. Tasavvuf anlayışındaki gerçeklikten hareket edersek eğer; Yunus’a göre, insanlar arasında kesinlikle din, mezhep, millet, ırk, renk, sınıf, mevki açısından bir ayrım yapılmamalıdır.

Yunus sevincinin ancak Allah’a varmak ile mümkün olacağını şu dizelerinde dile getirmektedir:

Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni

Ben yanarım dün ü günü, bana seni gerek seni

Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim

Aşkın ile avunurum bana seni gerek seni

Aşkın âşıklar öldürür, Aşk denizine daldırır

Tecelli ile doldurur, bana seni gerek seni

Aşkın şarabından içem, Mecnun olup yola düşem

Sensin dün ü gün endişem, Bana seni gerek seni

Sufilere sohbet gerek, Ahilere ahret gerek

Mecnunlara Leyla gerek, bana seni gerek seni

Eğer beni öldüreler, külüm göğe savuralar

Toprağım anda çağırır, bana seni gerek seni

Cennet dedikleri ne ki, bir kaç köşkle birkaç huri

İsteyene ver onları, bana seni gerek seni

Yunus-durur benim adım, gün geçtikçe artar ödüm

İki cihanda maksudum, bana seni gerek seni

Yunus Emre söylencelerde saklıdır biraz da. Bu söylencelere geçiş yaparsak eğer;

O Taptuk Emre tekkesindeyken, Yunus Emre’ye odun taşıma görevini vermiş, o da odunların eğri olanlarının buraya layık olmadığını düşünerek hep düzgün odunları taşımıştır. Odun taşımaktan sırtı yara olan Yunus yarasından dolayı artık odunları hızlıca yere fırlatmaya başlamıştı. Bunu gören Yunus’u çekemeyen kişiler Taptuk Emre’ye anlatınca, Taptuk Emre de; “Gidin, dövüp kovun, cezasını verin!” diyor. Yunus’u feci bir şekilde dövüp dışarı atmışlar, kafası içerde kalan Yunus Emre ise şöyle demiştir; “Elhamdülillah, halen başım içeride” Bunu duyan Taptuk Emre hemen gelmiş, onu gözünde yaşlarla kurtarmış, yaralarını iyileştirmiş ve artık onu oduna göndermemiştir. Etrafındakilere ise “Vurun dedim, siz öldürmeye kalktınız, ama ben duymak istediğimi duydum.” demiş.

Yunus’un huzura varış sesi, uzun yıllar sonucunda şu şekilde nağme nağme yükselecektir Sema’ya; Bir gün Taptuk Emre sofrasındaki Yunus-ı Guyende adındaki ozana bize bir şeyler söyle diyecektir. O an ozanın bir şey bulup söyleyememesi üzerine Taptuk Emre Yunus’a haydi sen söyle der. O an her şey bir dökülüşten ibarettir artık. Yıllardır yağmayı bekleyen bir yağmur, çağıldamayı bekleyen bir şelale gibidir sesi. Yüreğinden savrulup Sema’yı kuşatan bir esinti, bir iç çekiş boşalmasıdır.

Yunus, yıllar sonra Taptuk Emre’den izin istemiş ve dergâhtan ayrılmıştır. Dolaşmış, dolaşmış ve dolaşmıştır dur durak bilmeden. Yunus gittiği yolda erenlerden yedi kişiyle karşılaşmış ve yoldaş olmuşlardır. Bundan sonra, her akşam erenlerden bir tanesi olmak üzere içinden geçirdiği bir ermiş için Tanrıya dua ediyormuş. Ardından bir sofra kuruluyormuş. Günlerden bir gün sıra Yunus’a geldiği zaman o da şöyle dua edecektir:

— Yarabbi, bunlar hangi kulun adına dua ettilerse, ben de onun adına yalvarıyorum sana, ne olur utandırma beni!

Yunus’un duası bittiğinde, iki sofra birden gelince diğer erenler şaşırmışlar ve şöyle demişler:

– Ey Yunus, kimin adına dua ettin?

Yunus ise şöyle demiş:

– Önce siz söyleyin.

Erenler hep birlikte şöyle söylemişler:

– Taptuk’un dervişlerinden Yunus diye biri var, biz onun adına dua ettik.

Yunus bunu duyunca özündeki kemalatı, hissiyatı kavrayacak ve tek bir şey söylemeden dergâh’a dönecek, Taptuk Emre’nin karısı Anabacı’ya şöyle diyecektir:v

– Anabacı, dergâhtan kaçmakla büyük bir kusur işledim. Şimdi pişman olup geri döndüm. Ne olur şeyhime söyleyin; beni affetsin!

Anabacı ise şöyle diyecektir:

– Yarın sabah tekkenin eşiğine yat. Taptuk abdest almak için dışarı çıkarken ayağı sana takılır. Gözleri iyi görmediği için bana: “Kim bu eşikte yatan?” diye sorar ben de “Yunus”, derim. “Hangi Yunus?” derse çekil git, başka bir tekke ara kendine, başının çaresine bak. Ama bizim “Yunus mu?” derse anla ki gönlünden çıkarmamış, hala seviyor seni. O zaman kapan ayaklarına, “Bağışla suçumu” de.

Yunus söylenenleri harfiyen uygulayacaktır ve Taptuk Emre “Bizim Yunus mu?” diyecektir.

Ardından Yunus Emre Taptuk’un ayaklarına kapanıp, sevinçten ağlayacaktır.

Bu şekilde geri dönen Yunus Emre’ye Taptuk Emre şöyle diyecektir:

“Yunus, biz seni kapalı bir kutu olarak Hakk’a sunacaktık, sen acele edip ağzını açtın!”

Ve tekrar destur vererek:

“Var git, bundan böyle yoluna devam et, gariplerin yoldaşı, dertlilerin sırdaşı ol” demiştir.

Hakkında Söylenenler

Sabahattin Eyüboğlu Yunus Emre’ye şöyle sesleniyor:
“Selam olsun, Anadolu’nun orta yerinden, Türkiye halkının bağrından dünyaya seslenmiş olan Yunus Emre’ye;
Halkı seven, halkın sevgilisi olmuş Yunus Emre’ye;
Halkın ağzından konuşmuş ve halkı kendi ağzından konuşturmuş Yunus Emre’ye;
Türkçe, insanca ve Yunus’ça olmanın sırrını, yani gerçek şiirin sırrını bulmuş Yunus Emre’ye;
Yüreğini, düşüncesini, ezenlere karşı, ezilenlerden yana koymuş Yunus Emre’ye;
Sevgiyi, insanlığı yücelten, tanrılaştıran, tanrıyı alçak gönüllere, insanlığa, sevgiye indiren Yunus Emre’ye;
İnsanları birliğe, dirliğe, doğruluğa, barışa çağıran, yaşamayı seven, ama ölümden korkmayan Yunus Emre’ye;
Şairler şairi, insanlar insanı, garipler garibi, dostlar dostu, Türkmen Kocası Yunus Emre’ye 1971 yılı Türkiye’sinden selam olsun!”

Murat Özmen, Yunus Emre hakkında şöyle diyor:
“… Evrenselliğin ve ölümsüzlüğün gizine ermiş bir ozan… Bir halk bilgesi, bir gönül adamı”
“Yunus Emre, ilke olarak İslâm duygu ve düşüncesini benimsemiş. Bu duygu ve düşünceleri insancıl bir potada yoğurmuş. O, bu yönüyle bütün insanlıkla bütünleşmiş. Ona göre, ilâhi gerçeği kavrayabilmek için sevmek, gönülden sevmek gerekir. Din inancı ve anlayışı, sevgiye dayanır. O, bütün insanlara ve varlıklara sevgiyle yaklaşır. İnsanlar arasında ayrım yapmaz… Tanrısına sevdiğinden tapıyor. Ham sofular gibi cennetten bir yer edinmek için ibadet etmiyor. İnanışında, sevgisinde ikiyüzlülük yok…”

Halk Şiiri Antolojisi’nde Burhan Güneş Yunus’u şöyle ifade eder:
“Ozanlığının yanı sıra dili, düşünceleri, işlediği konularla Anadolu’da gelişen Türk edebiyatının en büyük adlarından sayılan Yunus Emre, yalnız halk ve tekke şiirini değil, divan şiirini de etkiledi, varlığını çağlar boyu sürdürdü. Hece ve aruzla yazdığı şiirlerinde sevgiyi temel aldı. Tasavvufla, İslam düşüncesiyle beslenen dizelerinde insanın kendisiyle, nesnelerle, Tanrıyla ilişkilerini işledi, ölüm, doğum, yaşama bağlılık, Tanrısal adalet, insan sevgisi gibi konuları ele aldı. Çağına egemen olan düşünüş biçimi, kültürü konuşulan dille, yalın akıcı bir söyleyişle dile getirdi; kendinden önce yetişmiş İran ozanlarının, çağdaşlarının yapıtlarında geçen kavramlara yeni bir öz, yeni bir deyiş kattı. Bu yanıyla tasavvuf düşüncesini, alevi-bektaşi inançlarını zenginleştirdi, kendi adına bağlanan tekke şiirinin Anadolu’daki ilk temsilcilerinden oldu.”

Tamer Ayan, Yunus Emre hakkında şöyle diyor:
“Yunus Emre’de Allah sevgisi mistik bir inanç değildir. Dost deyince sevilen varlık, gönülde kurulan Allah-İnsan–Evren Birliği’dir. Bu birlikten dolayı hoşgörü şarttır.”

Ahmet Hamdi Tanpınar Yunus Emre için,
Hayatı, “gün ışığında bir masal” dan farksız derken; ekler
Yunus Emre için;
“iç dünyamızın fâtihi” der.

Dr. Mustafa Tatçı Yunus Emre hakkında şöyle diyor:
“Evde, sokakta, çarşıda, mescit ve medresede konuşulan günlük dili tamamen soyut ve manevî bir alana çekerek edebî ve estetik bir mânâ dili geliştirmiştir. Yunus, gaybî ve ilâhî hakîkatleri adetâ Türkçe dile getirmek için görevlendirilmiştir. Zira Türkçe onunla bir tefekkür dili haline gelmiş, dilimiz ve dinimizin derinliği onun yazdıklarıyla anlaşılmıştır. Yunus, İslâm’ın derinliğiyle Türkçenin inceliğidir.”
“Yunus dindardır ama dini dar değildir.”
“Arapçanın çok az bilindiği bir coğrafyada Müslümanlara dinlerini Türkçe öğretmiş. Arapça kelimelerin ezber ve telaffuzu da Türk halkı için zor. Ama O ayetin özünü halkın anlayacağı şekilde veriyor.”

Ârif Nihat Asya, Yunus Emre için,
“Onun sanatı, ancak, şiirin ermişliğiyle izah edilebilir.” diyor.

Annemarie Schimmel Yunus Emre hakkında şöyle diyor:
“Şiirleri, insan ömrünün çeşitli merhalelerini çok berrak bir dille ifade ettiğinden, adeta birer halk türküsü olmuş ve bu şiirlerde her devrin okuyucusu ya da dinleyicisi kendini etkileyecek bir şey bulmuştur. Hasret, yalnızlık, ölüm korkusu ve Allah sevgisi gibi yüce insani duygular Yunus’un, altı yüzyıldan uzun süredir Anadolu’da söylenegelen ve çok defa da örnek alınan şiirlerinin ana temasını teşkil eder.”